Anne Frank'ın Hatıra Defteri

"Hatıra defteri tutmak benim gibi biri için tuhaf bir duygu. Yalnızca daha önce hiç yazmadığımdan değil. İleride ben de dahil olmak üzere hiç kimse on üç yaşında bir kızın içinden geçenleri ilgilendirmeyecekmiş gibi geliyor."

13 yaşındaki bu küçük kız hayatında ilk kez yanılıyordu. Çünkü dünyanın  en çok bilinen ve okunan  günlüklerinden birini kaleme alıyordu. 

Anne Frank'ın Orijinal Günlüğü (FOTOGRAF ALINTIDIR)
Nazi faşizminin Avrupa'nın tamamını  kasıp kavurduğu 1942 yılında yahudilere uygulanan baskının ve daha sonraki yıllarda nazi kamplarındaki toplu katliamların tam ortasında,  dindaşlarına yapılanlara uğramamak için Amsterdam Hollanda'daki babası Otto Frank'ın ofisinin arkasındaki gizli bölmesinde annesi, ablası, babası ve 4 kişi ile saklanan Anne Frank, babasının kendisine  doğum gününde aldığı hatıra defterine başından geçenleri yazmaya başlar. 

"Almanların egemenliği ve biz Yahudiler için sıkıntılar başladı. Yahudi kanunları birbirlerini izledi ve özgürlüğümüz epey kısıtlandı. Yahudi Davut yıldızı taşımak zorundalar, Yahudiler bisikletlerini teslim etmeliler, yahudiler tramvaya binemezler, yahudiler bir arabaya binemezler, sadece öğleden sonra üç ile beş arası alışveriş yapabilirler, akşam sekizden sabah altıya kadar sokağa çıkamazlar, tiyatro, sinema,  eğlence yerlerine ve spor salonlarına  gidemezler, (...) hıristiyanların evine gidemezler ve buna benzer şeyler...(sf.17)

Korku ve yokluk dolu günlerde yaşadıkları ona daha da çok yazdırır. Yazdıkça büyür, büyüdükçe daha da çok yazmaya başlar. Savaşın küçük sığınaklarındaki yankılarını, kendi ailesinin yanında zorunlu ev arkadaşları olan aile ile ilişkilerini  ve ergenliğin getirdiği fiziksel ve ruhsal değişiklikleri o yaştaki bir kız çocuğundan beklenmeyecek olgunlukta ifade eder. 

"Yetişkinlerin bu kadar çabuk, bu kadar çok ve akla gelebilecek bir sürü ufak tefek şeyden dolayı kavga başlatabilmeleri çok tuhaf. Şimdiye kadar bu tür hırgürlerin sadece çocuklara özgü olduğunu ve büyüdükçe bu durumun ortadan kalkacağını düşünürdüm." (sf. 51)

Hatıra defterine "Kitty" adını veren Anne, günlüğünü Kitty'e  mektuplar şeklinde yazmaya başlar. Sessiz ve çok dikkatli yaşamak zorunda olduğu "Arka ev" dediği dört duvar arasında kader birliği yaptığı insanların bir kısmına nedense kendince farklı isimler verir. En yakın sırdaşı olarak görerek kimseye anlatmadıklarını ve gün geçtikçe  içine kapanık bir çocuk olan Peter'e duymaya başladığı aşkı  sadece Kitty'le paylaşır. Maalesef Kitty'e aşkın yanında, savaşın acı yüzünü de anlatmak zorundadır Anne. 

" Bugün üzüntüden ve ümitsizlikten başka verilecek haber yok. Yahudi tanıdıklarımız gruplar halinde tutuklanıyorlar. Gestapo (Alman Gizli Servisi)  onlara biraz olsun nazik davranmıyor, hayvan arabaları ile Drente'de büyük Yahudi kampına Westerbork'a götürülüyorlar. Westerwork korkunç bir yer olmalı. İnsanlara hemen hemen hiç yemek vermiyorlar, suyu zaten geçtim. Günde yalnız bir saat su var. Birkaç bin insan için bir tuvalet ve bir lavabo, Erkekler ve kadınlar bir arada uyuyorlarmış, kadınlarla çocukların saçları tamamen kesiliyormuş. Kaçmak neredeyse imkansızmış., saçsız kafalarıyla ve Yahudi tipleriyle damgalı gibiymişler. Çoğu insanın öldürüldüğünü tahmin ediyoruz. İngiliz radyosu insanların gaz odalarında öldürüldüğünü söylüyor." (sf.61)
"Dün akşam elektrik kesildi, ayrıca aralıksız olarak silahlar patlıyordu. Silah sesleri ve uçaklardan duyduğum korkuyu henüz yenemedim ve neredeyse her gece rahat etmek için babamın yanında uyuyorum." (sf.92)

Anne Frank'ın "Arka Ev" diye bahsettiği gizli bölmedeki ev. Şu an müze olarak ziyarete açık olan evde Anne Frank'ın günlüğünün orijinali de sergileniyor. (FOTOĞRAFLAR ALINTIDIR)


Anne'nin 18 Mart 1943 Perşembe Gününde verdiği haber ise beni gerçekten çok şaşırttı.
"Çok sevgili kitty, Türkiye savaşa girdi. Çok heyecanlı. Gergin bir halde radyo haberlerini bekliyoruz. " (sf.95)
Fakat Anne ve Arka ev ahalisinin heyecanı çok kısa sürmüş,
"Sevincimiz ancak bir saat kadar sürdü, ardından gelen düş kırıklığı sevincimizden eser bırakmadı. Türkiye savaşa girmemiş. Bakanları sadece yakında tarafsızlığın kaldırılacağından söz etmiş. Dam meydanında bir gazeteci "Türkiye İngilizlerin tarafında!" diye bağırmış. Gazeteler kapış kapış gitmiş. Bu sevindirici dedikodu bize kadar ulaştı (sf.95)
Anne büyüdükçe ve yazdıkça yazmayı nasıl sevdiğini keşfetmeye başayınca ileride önemli bir yazar olmak istediğine karar veriyor. Planına göre, ilk yazacağı kitabın ismi "Arka ev" olacak, kitabın taslağını ise bu günlüğe yazdıkları oluşturacaktı. 
"Ben çoğu insan gibi boşa yaşamış olmayı istemiyorum. Etrafımda yaşıyor olup beni tanımayan insanlara faydalı olmak ve mutluluk vermek istiyorum. Öldükten sonra da yaşamaya devam etmek istiyorum. Bana doğuştan, kendimi geliştirmek ve içimdekileri yazarak ifade etmek imkanı bağışladığı için Tanrı'ya şükrediyorum." (sf.251)
Fakat Anne'nin bütün bu planları 4 Ağustos 1944 sabahı  ihbar üzerine gizli bölmeyi bulan ve içindekileri tutuklayan Alman subayının postalları tarafından ezildi. Apar topar derdest edilen 8 kişi farklı toplama kamplarına sürüklendiler. Anne'nin annesi Edith Frank 6 Ocak 1945'te Polonya'daki Auschiwitz kampında (Kamptaki dehşeti daha iyi anlamak için google a Auschiwitz yazarak çıkan resimlere bakabilirsiniz tabi yüreğiniz kaldırırsa...) açlık ve yorgunluktan öldü. Hermann Van Pels 6 Eylül 1944 'te yine Auschiwitz kampındaki gaz odalarından birinde öldürüldü. Peter Van Pels 16 Ocak 1945'te Avusturya Mauthausen'de kurtuluştan sadece 3 gün önce öldü. Fritz Pfeffer 20 Aralık 1944'te Neuengamme toplama kampında öldürüldü. Anne ve ablası Margot da Bergen Belsen toplama kampında 1944/1945 kışında tifüs salgınına yakalanarak hayatlarını kaybettiler. Auguste van Pels'in ise ne zaman ve nerede öldüğü bilinmiyor. 

Arka Ev Sakinleri (FOTOĞRAFLAR ALINTIDIR)

Arka ev sakinlerinin başına gelen bu büyük felaketten sağ olarak kurtulmayı başaran tek kişi ise Anne'nin babası Otto Frank. Rus ordusunun Auschiwitz kampını ele geçirmesiyle özgürlüğüne kavuşan Otto Frank, hayatının geri kalanında tutuklama anında güvene alınabilmiş olan  Anne Frank'ın günlüğünü yaymaya adadı. 

Günlüğün her bir sayfasını boğazım yutkunarak okudum. Hayalleri olan küçücük bir kızın böylesine acımasız tecrübeler yaşaması ve ailesiyle birlikte hayatına son verilmiş olması gerçekten derinden yaraladı beni. Ulusu, dini, dili, ırkı ne olursa olsun hiç bir insana böyle bir şeyin reva görülmesi haklı kabul edilemez. Umarım tüm insanlık bu küçük kızın kaleminden dökülenlere dikkat eder de dünya tekrar bu acıları yaşamak zorunda kalmaz. 

Günlükte okuduklarım arasında  savaşın çarpıcılığı yanında Anne ve ailesinin tüm bu yaşanan zorluklar ve ölüm korkusunun,  saklanma günlerinde hiçbir şekilde okumaktan ve öğrenmekten vazgeçirmemiş olması. Dikkatinizi çekmek istediğim kısım, bir gün içerisinde yaptığı aşağıdaki şeyleri anlatan kızın yaşının sadece 15 olması. 

" Şu an "İmparator V. Karl'ı okuyorum, Göttingen Üniversitesi'nden bir profesör yazmış. Bu kitap üzerinde tam kırk yıl çalışmış. Beş gün içerisinde 50 sayfasını okudum. Çok ilginç bir kitap! Nelson'un son savaşından bir bölümü Almanca'dan İngilizceye çevirdim (Kızın ana dili Hollandaca!). Sonra kuzey savaşlarının sonunu okudum. XII. Karl, (...) hepsini tarihleriyle beraber çalıştım. Bu bittikten sonra Brezilya'yı ele aldım, tütünü, hahve bolluğunu, Rio de Jenerio'nun nüfusunu,Sao Paulo ve Amazon nehrini okudum. Zencile, melezler, beyazlar ve sıtma. Biraz daha zamanım kalmıştı hemen bir ailenin soyağacına baktım. Saat gece 12 'de tavan arasında çalışmaya devam ediyorum. Baş papazlar, protestan papazlar, katolik papazlar...bire kadar sürdü. (Kız yahudi! Günümüzde bile farklı bir dini benimsemesek bile öğrenmenin, bilmeye çalışmanın toplum tarafından nasıl bir muameleye maruz bırakıldığının sanırım farkındayız.)  Ardından İncil, Nuh'un gemisi, (...) ardından Peter'le İngilizce olarak Theackeray'in "Albay"ını okuduk. Fransızca sözcükler öğrendik... (sf.273)


Günümüzde Anne'nin yaşında özgürce ülkesinde mağrur şekilde yaşayan  onun yaptıklarının bırakın aynısını yapmayı yarısını bile yapan çocuk var mıdır acaba? Sanırım Avrupa toplumlarının ikinci dünya savaşının yaralarını çabucak sarabilmelerinin altında yatan temel sebep tam da burası... 

Okumak, öğrenmek ve ders çıkarmak...




1 yorum: